Vakanüvis yazdı: Sarıkamış Harekatı’nın bilinmeyenleri

admin

Çömeldikleri yerde donarak şehit oluyorlardı

Vakanüvis

şehitleri dualarla anılıyor…

22 Aralık 1914’te başlayıp 15 Ocak 1915’te sona eren harekatın 109’uncu yıl dönümü…

Ruslara karşı başlatılan harekat; Allahuekber ve Soğanlı Dağları ile bölgenin genelindeki en ağır kış şartlarında, binlerce Mehmetçik’in şehadet şerbetini içtiği bir faciaya dönüşmüştü.

Sayılarda yer yer ihtilaf olsa da bu harekatta 60 bini donma sonucu olmak üzere tam 78 bin şehit verdiğimiz kabul edilmekte. Rus birliklerinin de 32 bin askerini kaybettiği tahmin ediliyor.

Enver Paşa’dan harekât karşıtlarına idam tehdidi

Sarıkamış Harekatı; vatan müdafaası yolunda faziletli ve iyi niyetli motivasyonlarla başlamış ancak ilk anlarından itibaren bir dizi yanlış karar ve olumsuz tabiat şartlarının birleşmesiyle yönetilemez ve sürdürülemez bir hâl almıştı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Başkumandan Vekili Enver Paşa; Rusları, “hiç beklemediklerini düşündüğü” bir yerden, Allahüekber Dağlarından aşarak vurmayı ve Kars’ı yeniden vatan topraklarına katmayı hedefliyordu.

Enver Paşa, harekatın başarılı olacağını adeta bir fikr-i sabit haline getirmişti. Aksi yöndeki itirazlara çok sert tepki gösteriyordu. Prof. Dr. Kemal Arı’nın, Bütün Dünya dergisinin Aralık 2015 sayısında yayınlanan “Sarıkamış Faciası” başlıklı yazısında yer alan, Osmanlı ordusunun seçkin kurmaylarından Hasan İzzet Paşa ile Enver Paşa arasında geçen diyalog, bu halet-i ruhiyeyi ortaya koymaktaydı:

“Hasan İzzet Paşa, Enver Paşa’ya adeta yalvarırcasına, ‘Karda, kışta askeri yola çıkarmayalım. Yoksa hepsi donarak ölür.’ diyordu. Enver Paşa bu söze o denli öfkelenmişti ki, ‘İzzet Paşa! Dua et, Harbiye’den hocamsın. Yoksa seni şurada darağacına asardım!’ diye karşılık vermişti.” Hasan İzzet Paşa idam edilmese de 3. Ordu Komutanlığı görevinden alınmaktan kurtulamayacaktı. Paşa, kısa bir süre sonra emekliğe de sevk edilecekti. Harekata karşı olan önemli isimlerden bir diğeri de Kazım Karabekir Paşa’ydı. Ne var ki Enver Paşa, Karabekir’i de “Senin doğudaki durumdan haberin yok galiba.” diyerek terslemişti. Yine, müttefik kuvvetlerden Alman general Otto Liman von Sanders da harekatı yanlış bulanlardandı.

“On binden fazla askeri, bir günde karların altında bırak

Allahuekber Dağlarının yer yer 2-3 bin rakımlı geçitlerinde ısı, sıfırın altında 30 dereceye kadar düşüyordu. Çöllerdeki askerleri bölgeye çekmişler, bu nedenle de karların içinde o kıyafetlerle ilerlemeye çalışan birlikler ortaya çıkmıştı. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nden Burak Can Özen’in “Sarıkamış Harekatı” başlıklı yazısı ile Dr. Altay Atlı’nın kapsamlı “Kafkasya” çalışmasında, devrin tanıklıklarıyla feci durum anlatılıyordu. Bir subay, ilerleyen yıllarda kaleme aldığı anılarında şunları yazmıştı:

“Yol kenarında karların içinde çömelmiş bir asker, bir yığın karı kollarıyla kucaklamış, titreyerek, feryat ederek dişleriyle kemiriyordu. Kaldırıp yola sevk etmek istedim. Beni hiç görmedi. Zavallı çıldırmıştı. Bu suretle şu buzullar içinde biz belki on binden fazla askeri bir günde karların altına bıraktık ve geçtik.”

Sahada görev yapan subaylardan bir başkası olan Binbaşı Ziya Yergök de anılarında, can kayıplarını şöyle anlatıyordu:

“Asker, karlar içinde düşe kalka ilerliyordu. Hava eksi 15-20 derece, sırt çantalarının ağırlığı 30-35 kilogramdı. Ağır yükün altında askerler ter içinde kalıyor, dinlenmek için yol kenarına oturuyorlardı. Asıl felaket ise işte o zaman başlıyordu. Aklı başından gitmiş, canından bezmiş bu bitkin insanlar, tüfekleri bacaklarının arasında yere çömeliyor ve öylece donup kalıyordu. Yol boyunca bu şekilde donmuş yüzlerce ere rastladık.”

Alman subay: Silah mermi yok, gıda yok, ilaç sağlık hizmeti yok, kıyafet yok

Sarıkamış Harekatı’nın olumsuz tablosu, Osmanlı İmparatorluğu’nun müttefiki Alman ordusundaki subaylar tarafından da dile getirilmekteydi. 3. Ordu Kurmay Başkanı Kurmay Yarbay Felix Guze’nin kaleme aldığı rapor, durumun vahametini gösteriyordu:

“Ordunun; elbise, silah ve teçhizatının tamamlanması güçtü. Avrupa’dan gönderilen malzemenin çoğunu İstanbul’a yakın olan birlikler alıyorlardı. Kafkas Cephesi’ne gönderilenler de çok zaman sonra gelebiliyordu. Bu sebeple, memleket içinde elbise adına ele ne geçti ise bunlardan yararlanma yoluna gidildi. Fakat maksat yine gerçekleşemedi. Bazı birlikler alacalı, bulacalı renkler içinde bir manzara sergiliyorlardı. Çölden gelen birliklerin üzerinde yazlık üniformalar, bazılarında da sandalet vardı. Diğer taraftan, köylüler savaşa katılmak istiyorlardı. Yöre halkı, para ve malzeme sağlamada çok büyük fedakârlıklar göstermekteydi ama Anadolu’da cephane üretilemiyordu. Silah, mühimmat ve cephane hiç bulunamıyordu. Yiyecek, içecek ve sağlık işleri çok zorluklarla o da kısmen temin edilebiliyordu.”

“Isınmak için arkadaşına sarılıyor, sonra koyun koyuna donuyorlardı”

Prof. Dr. Kemal Arı da başka şahitliklerle Sarıkamış ve çevresinde yaşananları şöyle dile getirmişti:

“Hazırlıklar tam değildi. Erzak kıttı. Askerin eğitimi eksikti. Giysileri yazlıktı. Kar paletleri yok denecek kadar azdı. Giderek dikleşen arazide malzemelerin nasıl taşınacağı bilinmiyordu. Tipi, bir tül gibi askerlerin üzerini örtüyordu. Birkaç gün sonra gıda sıkıntısı kendini gösterdi. Kar ve buz nedeniyle yeterli dinlenme emri verilemiyor; hareket halinde ise ateş yakılamıyor, mutfak çalıştırılamıyordu; çorba bile yoktu. Kar iki metreyi bulmuştu. Askerlerden kimileri kar öbeklerine düşmeye başlamışlardı. Yığılıp kalan askerlerin üzerine bir uyku hali çöküyordu. Sonrasında bembeyaz bir ölüme kendilerini bırakıyorlardı. Dağların zirvesinde ara ara insan çığlıkları yükseliyordu. Ölüm hissine kapılan bedenler, azıcık ısınmak için yanındaki arkadaşının bedenine sarılıyordu. Ancak bu sarılış, bir süre sonra koyun koyuna donup, ölüme dönüşüyordu. Her şeye rağmen yürüyebilen askerlerin ise terleri buz kalıplarına dönüşüp, bedenlerini sımsıkı saran bir zırh oluyordu. Ölen her asker, ayakta kalabilen arkadaşlarınca kar ve buzların içine gömülüyordu. Düzlüğe inebilenler ise Rusların kurşun ve süngü darbeleriyle acımasız bir kıyıma uğradılar. Kalanlar da esir alındı.”

Rus Dük Pietroviç: “Türkler, bizden evvel Allah’larına teslim olmuşlardı”

Macar yazar Dr. Bela Horwarth ise bu şartlara rağmen gerek askerlerin gerekse bölge halkının fedakârlıklarından hayranlıkla söz ediyordu:

“Burada insanlar, yokluğun ve sefaletin akıllara sığmayacak boyutlarını yaşıyorlar. Her şeye rağmen kaderlerine razılar. Yurtlarını, terk edip kendilerine başka bir hayat aramıyorlar. Ah! Sen her zaman elindeki ile yetinen Türk insanı! Bu ülkenin senden daha sadık insanı olabilir mi? Böyle bir halk ne kadar büyük bir sevgi ve saygıya layıktır.”

Rus Kafkas Ordusu Kurmay Başkan Vekili Dük Aleksandroviç Pietroviç de anılarında, “İlk sırada diz çökmüş 9 kahraman. Mavzerleriyle nişan almışlar, tetiğe asılmak üzereler ama asılamamışlar. İkinci sırada cephane taşıyanlar var, sandıkları bir avuçlamışlar ki, kainattan hırslarını almak istiyor gibiler. Öylesine kaskatı kesilmişler. Ve sağ başta Binbaşı Nihat. Dimdik ayakta, başı açık, saçları beyaza boyanmış, gözleri karşıda. Allahuekber Dağlarındaki son Türk müfrezesini teslim alamadım. Bizden çok evvel, Allah’larına teslim olmuşlardı.” satırlarına yer vermişti.

Rus Orduları Başkomutan Vekili General Nikolski de Türk askerinin sergilediği kahramanlığı teslim etmekten kendini alamamıştı:

“Bütün Türk komutanlar, en ümitsiz saldırılarını bile cesurca yapmaktaydılar. Mevzilerini delicesine ve inatla savunmaktaydılar. Türk askeri, kışın en şiddetli zamanlarında bile savaşabilecek güce sahipti. Dondurucu soğukta bir barınaktan yoksun kaldıkları anlarda bile hiç durmadan kahramanca savaşmışlardı.”

Sonuçta; komuta hataları başta olmak üzere, soğuk hava ve don, salgın hastalıklar, yetersiz lojistik gibi diğer unsurlarla birlikte Sarıkamış Harekatı, tarihin nadir gördüğü felaketlerden biri olarak kayıtlara geçecekti.

Yorum yapın